KENTLER VE GÜVERCİNLER...

Bir şehir üşür mü? Sıkı sıkı neye sarılır koca şehir? Morarır mı elleri bir şehrin? Nasıl ısıtır kendini? Sorular sorular..Sıcağı düşleyenin, soğuğa dair uzayıp giden soruları…Sahi insan soğuktan mı üşür? Nedir içini ısıtan, ışıtan?
İnsan üşür de bir şehir üşümez mi?
Yalnızlıkların sonsuz bir yazgı gibi uzanıp gittiği, kar tanelerinin telaşsız düştüğü bir şehrin yalnızlığı...
İnsanın yalnızlığı…
Yalnızlığa nişanlı bir insanlık…
Walter Benjamin demişti de o günden sonra kentlere dair içimde büyüttüğüm imge olmuştu: “Bir kente ilk bakışta değil, son bakışta AŞK!”
Ve bir kenti hep güvercinlerle düşünmeliydim bunun ardından..
Düşündüm de…
Son kanat çırpınışlarıydı güvercinlerin…
Hele bozkır ayazına tutulmuşsa günlerimiz…
Güneşin ölgün sarısı da vurmuyorsa Kurtuluş Parkı’na, Kızılay’ın üstü karbon türevi bir kurşuniliğe sarınmışsa, Ulus her zamanki yalnızlığı ve yoksulluğu içindeyse...Nicedir ruhlarımızı Konur Sokak, Yüksel Caddesi, Sakarya barlarına sıkıştırdık o günden bu yana  güvercinleri düşlerim..
Bir kenti güvercinlerle özdeşlik kurarak anlatmak düş gücünü zorlamak mı oluyor? Sorarım size bir kentin her yerinde boy atan, orası senin burası benim kanat çırpan… Her adım atışımız da pıtır pıtır bizimle yürüyen, her an sek sek oyununa davet edecekmiş gibi ‘salına da salına da gel’en hangi varlık vardır bizle bu kadar içiçe geçmiş? Bu kentin en az bizim kadar sahipleri olan, telaşsız konuklarımıza yazıyı borç bildim de yazdım bunları...
Hayvan sevgisi deyince kedi, köpek, akvaryum süsleri balık muhabbetlerine bulandık uzun zamandır. Kedi demeyin bana...Ev kuzusudur onlar…(Kedileri seviniz, polis köpeği vardır ama polis kedisi bulamazsınız!) Peki köpekler mi? Ne zamandır süs eşyası gibi taşınmakta, kentin yalnızlaşan insanlarına kuyruk sallamakta…Ben özgürlükten söz ediyorum…Efendi köle ilişkisinden değil…Onun için güvercinler diyorum…O simsiyah, boz, kahverengi güvercinler…Paçalı, Bağdadi, Taklacı,  Demkeş, Mardin, Kuveyt, Dilber, Fener Kuyruk... Kanatlı tinerci çocuklardır onlar...
Hani gitgide arsızlaşan, kolumuza taktığımız manita gibi yanımızda yürüyen o sokak serserisi güvercinlerden söz ediyorum…
O kadar çok kuşatılmışlık içerisindeki insan. Ayrılıklar, hüzünler, ölümler. Tüketim kalıplarının şekillendirdiği yalnızlaşmış ruhlar. Geçim derdinin verdiği koşuşturmalar...Doğaldır ki yalnızca olumsuzluklar değil yaşanılanlar; yaşam coşkusu, sevinçler, kavuşmalar...Bilcümle hayatın kendisine dair şeyler...İnsana dair durumlar...

            Şehire ve insana dair duruşu, parçalanmışlıkları ve yer değiştirmeleri yeniden anlamlandırmak ancak bu şehre ve dostluğa dair ne varsa tüm parçaları bir araya getirmekle olanaklı kılınabilir bir şeydir. Şehrin ayrılmaz parçası güvercinlerle kurulacak ilişki de bir başlangıç sayılamaz mı? Yalnızca bir şehrin parçası mıdır güvercinler? Kentin telaşsız sakinliğidir güvercinler. Sokaklarımızda, bulvarlarımızda, evimizin balkonunda, çatı aralarında, kimi zaman oturduğumuz bankın yanında...Bir duruş, kentin dokusuna eşlik etmenin verdiği bir anlamdır güvercin...İnsansız ortamda yaşamayan/yaşayamayan nadir canlılardandır güvercinler. Ruhu olan bir kentin ayrılmaz parçasıdırlar...Ruhsuzlaştırılmaya çalışılan kentlere kanat çırpışlarıyla bir karşı çıkıştır güvercinler.

            Metruk binaların saçak altına tünemişlikleri, Kemalettin Tuğcu çocuklarının üşümüşlükleridir. ‘Az zamanda çok işler başardık! Türk’tük, doğruyduk, çalışkandık, üşüyorduk!’ Ne kadar çok üşüyen çocuk var Tanrım!

Güvercinler...Üşüyen güvercinler...Kent insanının yaşama ümidini, dur durak bilmeyen koşturmacasını, çıtır bir simide karışan demli çay dostluklarını, onurlu ve mütevazi duruşuyla selamlayan şehir sakinleri üşüyen güvercinler...

Olmasa da nüfus cüzdanları, bağlanmasa da hiçbir ulusa, ülkeye, sınıra aynı havayı soluduğumuz bu şehrin en az bizim kadar sahibidirler, ortağıdırlar...

Barışın sembolüydü bir zamanlar. Barutun ve kanın bu kadar ucuz olmadığı dönemlerde...

Tüm kentlerin cıvıl cıvıl çocuklar  ve karanfil kokusu dostluklarla dolacağı günlere epeydir uzak zamanlardayız...Umursamazlığın diz boyunu geçtiği, gırtlağına kadar abazanlığın ve şehvetin tutsağı olduğumuz ‘Taş devri, Tunç devri, Utanç devri” günlerdeyiz...Dostluğu, paylaşmayı unuttuğumuz bu günlerde güvercinleri anımsamayı istemek, ‘Semranım’a gösterilen ilginin birazını bile istemek naiflik mi?

Pardon!

Tarihin sonu derken naifliklerin sonunu ilan etmişti paracı ideologlar...

Peygamber sürmesi gözleriyle...Hesapsız, telaşsız, demli çay tadındaki dostluklarımıza eşlik etsin tüm güvercinler...

Kente dair tanıklığımızın imleridir güvercinler.

                                                

Tamer İNCESU

         

Bu yazıyı okuduktan sonra bir kilo buğday parasına kıyamayıp, güvercinlere yem olarak vermeyenlere: Hanak Arap ola!: Anan Arap olsun.)